BAŞLARKEN

ponyo

Hani derler ya hep bir film seyrettim ya da bir kitap okudum ve hayatım değişti diye. Hep özendim ve bekledim keşke öyle bir film ya da bir kitap bana da denk gelse ve hayatım değişse. Hayatımın değişmesinden kastım neydi ya da neyi değiştirmek istiyordum onu da bilmiyorum açıkçası. Ama bu dileğim gerçek oldu. Bir film ya da bir kitapla değil de kimsenin istemeyeceği bir şey olan bir hastalıkla. Hiç olmayacak zamanda aldığım bir otoimmün hastalık tanısı, var olan ilaçların işe yaramaması derken hiç beklemediğim bir yerde alternatif bir yaşam tarzı ile tanıştım.

Aslında hep bildiğim ama reddettiğim bir şeydi. Neticede organik kelimesinden neredeyse nefret eden, buzdolabından kutu sütü, ketçabı, mayonezi eksik olmayan, dahası beslenmeyi gereksiz bulan, vitamin hapları almanın yeterli olduğuna inanan, hatta hayatımı peynir ekmek yiyerek geçirebilirim diyen bir insandım. Sanırım tüm bunları sıralayınca, neden otoimmun bir hastalığın gelip beni bulduğuna da şaşırmamam gerekiyor.

Şöyle de bir gerçek var ki, hastalanmasaydım eski hayatımı sürdürürdüm. Belki oğluma abur cubur yedirmezdim ya da bir yaşına kadar şeker tuz yedirmeyin sözünün de farkındaydım (sanki bebek bir yasına gelince şeker zararlı değilmiş gibi). Belki oğlumun çamaşırlarını bebek deterjanıyla yıkarken kendi çamaşırlarımızı kimyasal deterjanlarla temizler, alternatif yollar kullanan annelere bir garip gözle bakar eve kokularına bakarak çeşit çeşit kimyasal sözde temizleyici maddelerle doldururdum evimi.

Ve farkına vardığım bir başka gerçek: Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden birinin en zorlu bölümünü bitirmek, üstüne yüksek lisansta dirsek çürütmek, yetmezmiş gibi her gün bir şeyler öğrendiğin yüksek tempolu bir iş yapmak, insanı hayatı bilen kişi yapmaya yetmiyormuş, hem de hiç. Tam aksine eski hayatıma baktığımda ya da birisi bana iş yerindeki çekmecemde her daim Nutella (çok ünlü olursam reklam ücretimi alırım ona göre) kavanozu bulduğunu hatırlattığında “Aman Allahım nasıl bir insanmışım ben!” diyorum.

O dönemlerimi cahiliye dönemi olarak adlandırıyorum artık. Yüksek lisans derslerine gittiğimde, bilgisine hayran olduğum hocam basit bir grip için antibiyotik aldığını söylediğinde ya da her konuda fikri olan ve derste bülbüller gibi şakıyan sınıf arkadaşlarım paketli gıdalar yediğinde gözüme garip görünüyorlar. Şaşırıyorum. Nasıl bilmezler bunların zararlarını diye düşünüyorum.

Ama düne kadar ben de bilmiyordum tüm bu saydıklarımı ve hayat bana bir şekilde dönüşmem gerektiğini gösterdi. Dönüştükçe mutlu oldum. Çünkü dönüşmek için üretmek gerekiyordu. Üretmekse mutlu olmak demekti benim nazarımda.

Peki, simdi elimde ne var? Kontrol altına alınmış otoimmun bir hastalık; kimyasal temizlik ve kozmetik maddeleri olmadan sürdürülen bir hayat; glütensiz, şekersiz beslenme; araya serpiştirilen su oruçları ve güne yeşil içecek olmadan başlayamayan bir ben var. Halimden memnunum. Ailem ve çevredeki insanlar zaman içinde edindiğim bu bilgileri paylaşmam için çok ısrar ettiler. Hep ben öğrendiysem herkes öğrenebilir ne var ki bunda dedim. Hala da öyle düşünüyorum. Ama bu tip bir site ile en başta karşılaşmış olsaydım işim ne kadar kolay olurdu diye düşündüm ve o zaman ben de bu yola girmek isteyenlerin işini kolaylaştırayım o zaman dedim. Üstelik edindiğim bilgilerin, denediğim tariflerin derli toplu bir yerde olması fikri de hiç fena değildi.

O zaman ne duruyoruz yavaş yavaş başlayalım acelemiz yok…